Eskilerin “Muzri Togarma” (Munzur Dağları) dedikleri dağ silsilesinin eteğinde Çedagı adında bir köy var. “Gola Vacuğı” (Ovacık Gölü) suları çekildiğinde ay parçası gibi kalakalmış orda öyle.Efsanesi ta yedi düvele kadar yayılan Kutsal Munzur Çayı bu köyün önünden akıp gider işte. Elinizdeki kayıtta “Sano sano, Uy Tariyo” diyen Yılmaz da oralıdır.
Küçüklüğünü hayal meyal hatırlıyorum Yılmaz’ın. Anamın anlatışına göre, kırmızı soluklu bir ata binip ceviz toplamaya gelirmiş bizim oraya.
Kara saçlı kara suratlı bir çocukmuş. Sonra çığ düşmüş gibi hepimiz bir yere savrulmuşuz ya…O da gurbetçi bir babanın arkasından uzaklara ta Alpler ülkelerine göçmüş.
Aslında hiç gidesi yokmuş. Şimdi düşünüyorum da… Ondan sonra araya ne çok arabi görüntü girmiş. Tutsaklık, savaş, göç!..Aklıma öldüğünde bir derginin “Bu dünyadan Zaza beyi göçtü” dediği şair Cemal Süreyya’nın anlattıkları geliyor. “Bizi kamyona doldurdular.
Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular.
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu.”Bu diaspora hali hepimizin yüreğinde başka başka duyarlılık yol aça dursun, Yılmaz; gittiği her yerde –buna Frenk eli de dahil olmak üzere- kültürünü, kökünü, kedi bıyıklı esmer halkını hiç unutmamış. Her anımsayışta Edip Cansever’in dizeleri gelip belleğinin bir yerine kuruluvermiş. “İnsan yaşadığı yere benzer”O yerin suyuna o yerin toprağına benzerHasretine, yalanına benzer”Bu yüzden “PİRBAB” (Soy ağacı) diyor son kasetinde. Bir iz sürücüsü gibi, uslanmayan son serüvenciler gibi kendi köküne yaptığı o yabanıl yolculukta Simurk (Zümrüdü Anka) örneği uçup duruyor. Belli ki; ne dünyaya gözlerini açtığı kutsal çayın kıyısından ne de sözünden vazgeçiyor.
Aksine türkülerinde sarf ettiği her söze yüreğinin tüm kederi ve coşkusuyla asılıyor. Bizi kah Kırklar Kapısı’na, kah Xarpet’in (Harput) üzümü bağlarına ve Bilges Yaylasına götürüyor.Yüreği şen, yolu açık olsun bu kara çocuğun!
Haydar Oğur
Teşekkür Sevgili hocam Arif Sağ’a, albümün yönetmenliğini yapan dostum Erdal Erzincan’a ve albümde emeği geçen tüm dostlarıma teşekkür ederim.
Yılmaz Çelik
DAVASI OLAN İNSAN GÜZELDİR
(F. Kafka)
Unutmayın. Bu ses “dört dağ içinde”ki aslanlar diyarının en hikmetli silsilesindengeliyor. Gelip kulağımızda yaralı bir sayha gibi çınlıyor. Bize yıllar var ki sürüp gelenama hiç dinmeyen “kırılmış dalın türküsü”nü söylüyor.Ve anımsayın. Oranın adı; ta en eski metinlerden bu yana kadim Muzri diye geçiyor.Arkasında Barasor’un, Eğin’in, Kemah’ın olduğu sıra sıra Munzurlar!.. Bir zamanlar Şixo kirvenin bu eski Gregoryan iklimden gidip de katırlarla kurutulmuş dut yükleyipgetirdiği yerler yurtlar. Şixo’ki hafif kekemeydi, pür neşeydi ve kadınlara düşkünlüğüyletanınırdı.
Bu toprağın “Hoca Nasrettin”i derdi ona herkes. Kim bilir “kapandıkirve kapıları” deyip hayıflanan Mintzuri gibileri, Fırat suyu boyunca duduk çala çalane çok bakakaldı bu dağlara?Bilinsin ki orada, dağların en sivri en kuytuluk yerinde karanlığa ramak kala hep“güvercin”ler vurulur. İki… üç… daha fazla! Ruhları yükseltilerde kalır.
İzleri de acıdan insanlığa türlü çeşitli beşikler yapan Yılmaz gibi duyarlı sanatçılara! O yüzden Jil; kimimizin içinde taş, kimimizde filiz, kimimizde ziyaret, kimimizde bir anlık solukkesilmesi, kimimizde de son nefestir. Öyle ki, insan bu sesi dinlerken; böylsi sisli bir çağda yüreğin acısıyla dağın başını unutan belleği birden fark ediyor ki, kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde meğer kendi buruk kanını içenler de varmış. Belli ki ahdı da varmış böylelerinin. Var ki im iz sürüyorlar. Çok sulardan eleğim sağmalardan geçiyorlar. Her eli öpmüyorlar, her karı yemiyorlar. Rüzgara söz verip tutuyorlar. Kanadı kırık kuşlara söz verip tutuyorlar. Hiçbir yaprağın hazin yüzüne dokunmuyorlar.